Operanın 350’inci yılı dolayısıyla 14. Louis’nin gözde bestecisi Jean-Philippe Rameau’dan başlayarak yüzyılları aşarak Hector Berlioz’a, Camille Saint-Saens’a kadar uzayan bir repertuar da yerli-yabancı operaseverlere sunulacak. Tarihi Opera’nın 2 bin 105 koltuğu, Yeni Opera’nın 2 bin 745 koltuğu var. 2016-17 sezonunda 860 bin kişi bu iki operada temsil izlemiş. Bunların yüzde 23’ü yabancı turist. 2016’da iki operanın sadece bilet satışından sağladığı gelir 69 milyon euro. 2017’de 73 milyon euro’ya yükselmiş. Bu arada, devlet de operalara mali destek sağlıyor.
Yenilikçilik/inovasyon denilince aklımıza hemen ve sadece sınai üretimi geliyor: Oysa, çok daha fazlasının gelmesi lazım. Edebiyattan madenciliğe, güzel sanatlara, tarımdan devlete kadar her konuda yenilikçilik mümkün, ve var. Bize gitgide uzaklaşan bir güzel sanatlar dalı olan opera da yenilikçilikten payını alıyor. Bizden bakınca, sığ bir bilgisizlikle “zaten öldü, ölüyor” denilen opera, hayatta. Gelişmiş ülkelerde yeni kuşakları da cezbedecek bir yenilikçilik döneminde çoktandır.
Operada yenilikçilik, sahneleme yöntemlerinde yaratıcılara sonsuz fırsatlar veriyor. Aynı zamanda, operanın “ne anlama geldiği” konusunda da yine yenilikçi (ve daha önce örneği olmayan) yöntemler akla gelir oldu. Buna en son örnek, opera ile siyaset ilişkisine bakan, Londra’da Victoria & Albert Müzesi’nde bu yıl açılan “Opera: Tutku, İktidar, Siyaset” başlıklı sergi. Şimdiye kadar çeşitli operalarda kullanılan kostümler, ilgili eşyalar çok sergilenmişti. Ama opera ile döneminin siyaseti arasında bağlantı kuran bir akademik sergi yapmayı akıl eden olmamıştı.
Londra’daki gayet zengin sergi, opera-iktidar-siyaset ilişkisini 7 şehir 7 opera üzerinden inceledi. Venedik - Monteverdi. Londra - Handel. Viyana - Mozart. Milano - Verdi. Paris - Wagner. Dresden - Richard Strauss. Leningrad - Dmitri Şostakoviç. Bu operaların bestecileri ile dönemin iktidar-siyaset ilişkisi hakkında hem müzik tarihi, hem siyasi tarih açısından ortak paydalar buluşturuldu.