“Teknopanik” ve “tehdit enflasyonu”: korku ekonomisi

4 dakika okuma süresi.

Birkaç yıldır, siber güvenlik sektörünün içinden konuşan Adam Thierer’in “The Technology Liberation Front”da, bilgi güvenliği politikaları, medyanın kamuoyu inşa süreci, sektörel pazarlama ve “korku satışı” arasındaki ilişkiye odaklanan yayınlarını takip ediyorum (mesela: http://goo.gl/Js5sG; http://goo.gl/NYfAY; http://goo.gl/IkLrR; http://goo.gl/uAi23; http://goo.gl/gPUzO). Jerry Brito ile Tate Watkins’in çalışmalarını da ekleyebileceğimiz (http://goo.gl/xqs2C) bu yaklaşımın son örneği olarak Thierer derli toplu ve güncellenmiş bir makale yayınladı: “Teknopanik, tehdit enflasyonu ve bilgi teknolojisi tedbirlilik ilkesinin temsil ettiği tehlike” (Minnesota Journal of Law, Science & Technology, Volume 14, Issue 1, Winter 2013, http://purl.umn.edu/144225).

Makale, bir yanda siber güvenlik politika geliştiricileri, yani kamu otoritesi, diğer yanda siber güvenlik sektörü, ve her iki tarafla da şaibeli ilişkileri bulunan, “kötü haber satar” ilkesini paraya tahvil etmekte beis görmeyen medya sacayağında, teknopanik algısı ve tehdit enflasyonu yaratarak oynanan bir korku ekonomisi oyununu analiz ediyor. Thierer elbette ABD’deki durumu ele alıyor, ama hem ABD’nin bu alanda bir tür rol modeli olması hem de aslında devletlerin ve sektörlerin birbirlerini kayırarak çıkar dolaplarını çevirmek bakımından birbirlerinden farklarının olmaması nedeniyle, rahatlıkla buraya da şuraya da uygulanabilecek bir analiz bu.

Korku, özellikle kamu politikası ve bağlantılı düzenlemeler söz konusu olduğunda, devletlerin ve endüstrilerin işlerine geleni “demokrasi ayak bağından” azade bir biçimde kamuoyuna dayatması için fevkalade elverişli bir araç. Bu aracın kullanımı da genellikle bireysel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması için baskıcı politikalar, olumsuz düzenlemeler, devletin güvenlik ve gözetim sultası, medyanın al gülüm ver gülüm ilişkisiyle palazlanması ve endüstri için gayet karlı yatırımlarla sonuçlanıyor. Evet, korku üzerinden devasa bir ekonomi dönüyor.

Giderek büyüyen küresel güvenlik, gözetim, casusluk endüstrisi, askeri-endüstriyel kompleksin yeni gözdesi ve artık eski silah endüstrisinin yerini alıyor. Sert yerine “yumuşak” hale gelen, yani donanım yerine yazılıma ve ağ teknolojilerine bağlanan silah endüstrisi, zaten bu küresel sektörün bir parçası. Henüz bir hukukun bulunmadığı insansız hava araçlarından, en az “hukuka uygun cinayet” veya “hukuka uygun işkence” kadar saçma bir hüsnü tabir olan “hukuka uygun dinleme” hukuksuzluğuna kadar, tüm kamusal politika ve düzenleme mekanizması bu korku sacayağının karşılıklı çıkarlarını korumak için işletiliyor.

Adam Thierer, hükümetin, istihbarat örgütlerinin, ordunun, güvenlik / gözetim endüstrisinin ve elbette bir kamuoyu inşa aygıtı olarak anaakım medyanın, hiç bir kanıt sunmadan, efsaneler kurgulayarak, bire bin katarak, sürekli teknopanik yaratıp tehdit enflasyonunu tetikleyerek, “önlem ilkesi” adına, ulusal, uluslararası her türlü hak ve hukuku nasıl çiğnediğini inceliyor. Anlatılan masalın özü şu: Teröristler nükleer santrallerimizi patlatacak, kentleri gaz kaplayacak, trafik kilitlenecek, elektrikler kesilecek, donacağız; zaten sanal ya da gerçek her köşe başında teröristler, bölücüler, çocuk pornocuları, pedo naziler, eşcinseller, fahişeler, korsanlar, hacker’lar, vb. saklanıyor; huzurunuz, güvenliğiniz, ekonominin selameti, refahınız, ahlakınız ve hayatınız için bu terör, güvenlik, gözetim ve sansür düzenlemelerine / uygulamalarına katlanın; güvenliğiniz için özgürlüğünüzden fedakarlık edin, yoksa bir an bile hayatta kalamazsınız...

Thierer’in yaklaşımı bilgi güvenliği meselesini azımsamıyor. Tersine: Tehdidin daha çok devletlerden ve endüstrinin kendisinden geldiğine, dolayısıyla onları başı boş bırakmak yerine sıkı bir şekilde denetleyecek bir hukuk ve yönetişim mekanizması kurgulamadan, güvenliğin halkın değil güvenlikçilerin güvenliği olacağını da veciz bir şekilde gösteriyor.

Soru eskidir: Polisin polisi kim olacak?